Öncelikle yola çıkarken niyetimizin Strasbourg'a gitmek olmadığını belirtmeliyim. Zira uçak Basel (İşviçre )- Mulhouse (Fransa )- Freiburg (Almanya) sınırındaki , 3 ülkeninin ortak kullandığı havalimanına iniyor.Bu konuda yazdığım yazıyı da yeri gelmişken okumayı ihmal etmeyin derim.
En yakın nokta 6 Km ile Basel. Fakat Basel büyük ilaç firmalarının yer aldığı, soğuk bir sanayi kenti. Şehrin ortasında salınan Rhein Nehrinin endamına rağmen , diğer Avrupa ülkelerine göre pahalı ve devasa iş kuleleri ile çevirili bu kentten hiç hoşlanmadık. Böylece , Alsace Bölgesinin merkezi ve Avrupa Birliğinin 2.başkenti olan Strasbourg'a gitmeye karar verdik. Havaalanı ile Strasbourg arası 130 Km , küçük bir otobanda keyifli bir yolcukla yaklaşık 75 dk sürüyor. Ünlü şarap rotasını kullanarak, köy yollarından da gidilebilir. Ya da aslında şarap rotasını içeren bir tatil planlamak lazım. Benim yapılacaklar listeme eklendi. Şimdilik içimizdeki ses bir an önce Strasbourg'a gitmemiz gerektiğini söylüyordu. Ne otel rezervasyonumuz vardı ne de planımız ....
Strasbourg'a yağmurlu bir cuma öğleden sonrası saat 15:00 sularında ulaştık. Yağmurlu derken ; İstanbul'da olduğu gibi bardaktan boşalırmış gibi yağan bir yağmurdan değil, usul usul , hafif, tatlı bir yağmurdan söz ediyorum. Giderlerin dolup taşmadığı, caddelerin sular altında kalmadığı, onca bahçeye ve parka rağmen çamurun olmadığı, trafiğin sıkışmadığı bir yağmur. Belkide doğru kelime , bu şehrin ruhunu yansıtan " Uygarlık"...
Konaklamaya karar verdiğimiz otel, şehir merkezine 1 Km mesafedeki Mercure Otel . Linke tıklayarak oteli inceleyebilirsiniz ( Mercure Otel ) Orta fiyatlı , araba kiralanmamışsa önünden sıkça tramway ve otobüs geçen şık bir otel. Bu şehirde yürümek öyle eğlenceli ki. Geniş caddeler ,sokaklar birbirinden güzel. Kanallar ve onları çevreleyen yeşillikler, çiçekler, kanallarda arzı endam eden ördekler, birbirinden şık kafe ve pastaneler ile romantik yürüyüşlere doyamıyoruz. Karşıdan karşıya geçmek üzereyken araçlar durup yol verecek, kimse içtiği sigarayı suratınıza üflemeyecek ,kimse rahatsız edici bakışlar atıp taciz etmeyecek, yanınıza dilenci tinerci yanaşmayacak , öylesine sakin romantik bir yürüşle şehrin keyfi çıkacak...
Düz kaldırımları takip ederek şehir merkezine doğru ilerleyince doğruca Notre Dame katedralinin önüne çıkıyoruz.
NOTRE DAME KATEDRALİ
1000 yaşını aşkın bu görkemli katedral şehrin her noktasından görülebiliyor. Bolca çekik gözlü turistin akın ettiğini söylememe gerek yoktur sanırım. Çevrelere doğru yeni yerleşim yerleri, çok katlı binalar yapılmasına rağmen , şehir merkezdeki tarihi doku, katedral ve kiliseler , müzeler özenle korunmuş. Noel dönemi, Dame katedrali önünde Noel pazarları kurulduğu söyleniyor. Noel dönemi olmamasına rağmen meydan görkemli ışıklar ve renkli hediyelik eşya dükkanları ile bezenmiş...
PLACE KLEBER
Meşhur Galeries Lafayette ve bir zamanlar Türkiye'de mağazaları olan NAF NAF , Chevignon, Celio gibi Fransız markalari ,Starbucks ve diğer fast food zinciri mekanların olduğu turistik bir meydan.İstiklal Caddesine benzetebiliriz. Ancak cadde üzerinde şarap ve şarküteri ürünleri satan butik bir mağaza da var ki , meydanın tüm kalabalığını unutturuyor.
STRASBOURG PAZARLARI
Bu tatil , hafta sonuna denk geldiği için olsa gerek şehrin farklı noktalarında pek çok pazar gördük. Her ürün grubu için bir ya da iki tezgahın olduğu küçük pazarlar. Dikkatimi çeken bizim asla satın almayacağımız büyüklükte kereviz ve pırasalar , çeşit çeşit patatesler, soğanlar ve satın almak için tek sıra olmuş bekleyen sakin insanlar. Mantarlar ayrı bir tezgahta, çeşit çeşit. Peynirler, soğuk etler , tatlı tuzlu tartlar, ekmekler, balıklar , ördekler... Bir kaldırımı ancak kaplayacak büyüklükte pazarlar. Yine pek çok Avrupa ülkesinde görüldüğü gibi ikinci el eşyalar satan açık pazarlara da rastladık. Diğer gördüklerimin aksine eşyalar eski ama çok temizdi. Antika gümüş yemek bıçağı takımları, kristal şarap kadehleri gibi çok şık şeylerdi bunlar.
FRANSIZ MUTFAĞI
Bol yağlı , kremalı , kalorili ve şekerli. Pastacılığın üstadı şarküterinin piri. Pastırma ,sosis, yanı sıra füme etler,pateler, tartlar, bool kremalı ve yağlı , kötü kokulu peynirler, trüf ve havyarlar . Üstelik her köşe başında bir pazar, pastane ya da şarküteri var. Denetim güçlü , ürünlerin çoğu hala geleneksel yöntemlerle üretiliyor, yörenin sütleri ve hayvanları kullanılıyor. Dolayısıyla güzel bir şarap,romantik Fransız baget ekmeği ve çeşirtli şarküteri ürünleri ile yeme içme işini halletmek çok kolay. Temiz ve tenha parklarda,asırlık kestanelerin altında üstelik ağaçkakan ve kumru seslerinin eşliğinde piknik yapmayı kim istemez. Ama bana ters piknikle falan uğraşamam derseniz, Strasburg'da dünya mutfağının örneklerini de bulmak mümkün .Çin, Japon, Kore, Vietnam, Tayland, Hint , bolca Türk restoranı ve tabiki İtalyan mutfağı. Ya da tuzum kuru derseniz, Michelin yıldızlı restoranları deneyebilirsiniz. Michelin Guide 2018 linkinden Fransa'daki güncel Michelin Restourant bilgilerine ulaşılabilir. Bunların hiç biri uymadı derseniz yine bolca flambe ya da hamburger gibi basit yemeklerin olduğu pek çok mekandan birini tercih edebilirsiniz. Ben tercihimi yağlı şarküteri ürünlerinden yana kullandım.
ALSACE ŞARAPLARI
Alsace bölgesi, Fransa'nın önemli şarapçılık merkezlerinden biri. Strasbourg'dan başlayıp 170 km boyunca devam eden bir şarap üretim merkezlerini takip ederek alternatif rota belilemek te mümkün. Alsace Şarap Rotası , linkini inceleyerek en doğru route tercihini yapabilirsiniz. Bizim için bu rota bir başka yolculuğa kalsa da kısa Colmar&Obernai gezisi notlarıma gözatabilirsiniz.
Lezzetli Alsace şarapları kısa tatilimize keyif kattı. Şarap otoriteleri , Reislings ve Gewürztraminer üzümlerinin favori olduğunu söylüyor. Ardına da Pinot Gris ekliyolar. bunların tamamı beyaz . Organik tarım ile üretilen Pinot Noir kırmızısı ile bizim favorimiz oldu.
Strasbourg'un gelişmişlik seviyesinden çok etkilenmiştim.
Cumartesi sabahı saat 07:00 sularında Cafe Brant'ın üniversite meydanına bakan penceresi önünde oturmuş kahvaltımı bekliyordum. Kruvasan , tereyağı, reçel ve omletten oluşan tipik bir Fransız kahvaltısı. Sokaklar bomboştu, yağmur çiseliyordu. Tek tük geçen otobüslerin içinde işe gidenler dikkatimi çekti. Hafta sonu bu saatte işe gidenlerin hepsi zenciydi. Cafenin temizlik görevlisi de zenciydi ve mağazalardaki güvenlik görevlileri ve diğer temizlik görevlileri. Bu uygar Avrupa ülkesinin geçmişinde yatan sömürgeci kültür bugün bile etkisini sürdürüyor. Refah içinde beyaz adamlar ve fabrikalarda çalışan , banliyöde yaşayıp düşük ücretli işini kaybetmekten , kabul görememekten korkan göçmenler. Turist olarak gezmek eğlenceli olsa da , Avrupa'da göçmen olarak yaşamak çok zor. Bu koşullarda medeni bir Avrupa şehri ile kalabalık İstanbul'u kıyaslıyorum ve ne olursa olsun kendi vatanında özgürce yaşamak diyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder