Serseri Napoli


Napoli;  İtalya'nın güneyinde, pizzanın, Sofia Loren'in ve mafyanın doğduğu kent. 1950'lerde, Napoli 'den Amerika'ya yapılan göçler, Amerika'daki İtalyan kültürünün doğuşuna ve o meşhur mafya ortamına katkı sağlamış.Napoli'yi İtalya'nın Adana'sı gibi düşünün. Avrupa kenti değil sanki. Balkonlarda asılı çamaşırlar, camdan cama bağıran kadınlar, apartmanların önünde oturan yaşlılar, sokaklarda bağrışan çocuklar, saten gömlekli, altın dişli, altın zincirli kabadayılar... Bu şehirde kural yok, trafik rezalet, otopark yerine değnekçiler kol geziyor, liman hala tehlikeli, dünyanın dört bir yanından gelen yankesiciler, fahişeler, çılgın barlar... Bu şehir, asi ruhlu bir serseri. Kendine hayran bırakan asil bir serseri.


Napoli'de ne yapılır, neden gidilir, nereler gezilir? 

Roma Termini (Merkez İstasyon) den  binbir güçlükle kiraladığımız , minik aracımızla, Napoli'ye doğru yola çıktığımızda aylardan temmuzdu. Ve yağmur yağıyordu. Bardaktan değil , gökyüzünden boşalarak yağıyor,  aralıklarla doluya dönüşüyordu. Dolunun, kiralık aracın tavanına değerken çıkardığı ses hala kulaklarımda . Yol boyunca alt geçitlere , kuytulara saklanmış araçları, motosikletleri görüyorduk. Napoli'ye bir an önce ulaşmak istediğimiz için dolunun şiddetine ,sileceklerin son hızda çalışıp hiç bir işe yaramamasına aldırmadan yol alıyorduk. Roma- Napoli arası  yaklaşık 200 km , 2,5 saat kadar o korkunç yağmurda ilerledik. Aslında Napoli'ye THY'nin doğrudan seferleri var ancak bilet fiyatları genellikle yüksek oluyor. Roma 'dan Napoli'ye araç kiralayarak ya da tren ile ulaşmak mümkün. Hem Roma'da romantik bir kaç gün geçirmenin ne zararı var?


Napoli'ye ulaştığımızda yağmur dinmiş,  yerini kapalı, boğucu ve rüzgarlı bir havaya bırakmıştı. İlk işimiz oteli bulmak. O yaz, İtalya tatilini uzun planladığımız için otel konusunda ekonomik seçimler yapmaya çalıştım. Ne yazık ki Napoli'de fena çuvalladım.Arabayı otelin önüne park edip, kaldırıma ilk adımı atınca bizi karşılamaya gelen birileri olduğunu farkettik. Özgüvenli, sevecen, insanlarla bağ geliştirmiş kocaman bir lağım faresi. Fare adeta dile gelmiş, elimizi sıkıp, valizleri taşıyacak üstüne bir de bahşiş isteyecek gibi duruyor. Valizleri kucaklayıp binanın içine koşuverdik. Bina en az 200 yıllık. İçinde yaşı ile müstesna demir , antika bir asansör var. Valizlerle beraber zor sığıyoruz. Lakin asansör çalışmıyor, odamız binanın 7. katında. Stresli olduğumuzu anlayan bekçi, İtalyanca bir şeyler anlatmaya çalışıyor, sonra da asansörün bir yerlerine  10 cent atıyor ve yukarı doğru yolculuğumuz başlıyor. Bozukluklara çalışan bir asansör ! Meğer binada bir diş hekimi varmış, geleni gideni çok oluyor diye bina sakinleri rahatsız olmuş çare olarak da asansörü paralı yapmayı düşünmüşler. Karadenizlilerin adı çıkmış efendim...


Heyecanla pansiyonumuzun ziline basıyoruz , dairenin sahibi Mario kapıyı açıyor. Mario , eski bir savaş muhabiri. Şimdilerde evin iki odasını turistlere kiraya verip bol bol sigara içiyor. Odamızın , internette gördüğüm fotoğraf ile uzaktan yakından ilgisi yok. Banyo ortak, bu kısmı nasıl gözden kaçırdığıma hala inanamıyorum. Parayı peşin ödediğimiz ve extra konaklama bütçesi ayırmadığımız için burada kalmaya mecburuz .Banyo rezalet durumda. Oda da kötü fakat banyo girilecek gibi değil. Duşa kabin öyle kirli ki ayakta durulacak kısım yosun tutmuş, kayganlaşmış. Tuvaleti görünce kaçıp umumi tuvalet arıyoruz.Temizlik görevlisi Antonio , ne İngilizce ne de İtalyanca bilmeyen huysuz bir Srilankalı. Sürekli mızmızlanıyor , elindeki paspasla temizlik yaptığını sanarak ortalıkta dolanıyor. Bu pansiyonda kaldığımız 3 gün boyunca banyo ve tuvaleti kullanmamaya gayret ettik. Oda geceleri cehennem gibi sıcaktı, klima yoktu ve portatif soğutucu helikopter gibi ses çıkıyordu. Pencereyi açalım derseniz, bitişikteki hastaneye gelen ambülans sirenleri beyin kemiriyordu. Rezervasyon sırasında otoparkı var denmesine rağmen, söz konusu otoparkın yol kenarı olduğunu da sonradan anladık. Araca zarar verilmemesi için her akşam gönüllü otoparkçımız siyahi kardeşimize bahşiş vermek zorunda kaldık.Yine de bir sabah aracın sağ tamponuna çarpılıp kaçıldığını, geride kalan  tampona bulaşmış yeşil boya izlerinden anladık. Napoli civarını gezdiğimiz sürede o kadar çok vuruk, çizik araba gördük ki  durumu biz de kanıksadık.



Tatillerde her zaman, her şey umduğunuz gibi olmuyor. Napoli seyahatimiz bunun en güzel örneğiydi . Kötü bir yerde konaklıyoruz diye mutsuz olacak değiliz. Terasın Vezüv manzarasında enfes biralar içerek, langırt oynayarak ve güzel fotoğraflar çekerek kendimizi teselli etmeye çalıştık.







Pizzanın ve Sophia Loren'nin doğruğu şehir...


Her ikisinden de ziyadesi ile bulmak mümkün. Sokaklar, Sophia Loren ve Marcello Mastroianni 'nin oynadığı film setleri gibi.  Kadınlar birbirine benziyor, siyah penye elbiseleri ile şişman ve kalçaları tıpkı Loren gibi .




Pizzalar ise bildiğimiz ince İtalyan pizzaları gibi değil kalın hamurlu .Genellikle 2 çeşit yapılıyor. Margherita ( domates sos, mozerralla , fesleğen ) ve Marinara (peynir yok, domates sos, kekik, fesleğen vb.. baharatlar) . Yazımda iki adresten söz edeceğim. Fakat Napoli'de heryerde çok güzel pizzalar yemek mümkün. Buradaki ilk gecemizde , o kadar aksilikten sonra güzel bir yemek yemek istemiş , şehir merkezinde sıradan bir pizzacıda  taş fırında çok lezzetli pizzalar yemiştik..Bir de hamuru kızartarak yapılan bir pizza çeşidi var ki heyhat ölümüm böyle olsun dedirtir.

1- De Michele (Da Migel diye teleffuz ediyorlar )

Da Michele'nin orjinal taş fırını

Ye, dua et, sev filmi burada çekilmiş. Haliyle çok popüler olan De Michele 'de yemek için  çaba sarfetmeniz gerek. Önünde hep uzun kuyruklar var,   sıra numarası alıp bekliyorsunuz. Biz öğle yemeği için  gitmiştik ve saat henüz 12:00 bile değilken sıra numaramız 78 di ve sıra 42 numaraya henüz gelmişti. Demir ayaklı eski tip mermer masaları olan , geleneksek taş fırını ve pizza ustalarının harıl harıl çalıştığı bizdeki eski pide fırınları gibi salaş bir mekan. Sadece 2 çeşit pizza, su, soda, meşrubat  ve bira var.  Sıcakta beklemek istemediğimiz için 2 çeşitten de birer tane paket alıp çıkıyoruz. Siz sakın böyle yapmayın. Zira lezzetin  sırrı domates sosundaymış ve sallandıkça pizzanın üzerinden karton kutuya akıp tüm suyunu yitirmişti. Ayrıca peynirler de soğuyunca lastik gibi oluyor , durup pizza yiyebilecek bir park , bir kuytu bulmak  kolay değil. De Michele pizzası özellikle domates sosu özgün, benzersiz . Sabırsız davranmayıp beklemeli, mermer masalarda pizzanın hakkı verilerek yenmeli.


2- Starita

Pansiyon sahibimiz Mario'nun önerisiydi. Turistik olmayan, Napoli'lerin akşamları sosyalleştiği sıcacık bir ara sokak mekanı.  Mario öyle övdü ki, pansiyonumuza da çok yakın olduğu için  keyifli bir akşam geçirmek umudu ile yola koyulduk . Hafta içi olmasına rağmen önü kalabalık, rezervasyonumuz yok ve yine bekleyeceğiz. Fakat mekanı işletenler öyle sıcak kanlı ki, beklerken içecek siparişlerini alıyor,  içecek servisi yapıyorlar. Neşeli kalabalık arasında yirmi dakika kadar bekliyoruz. İçerisi siyah/beyaz karolarla kaplı, kırmızı deri sandalyeleri ve küçük siyah lake masaları, masalardaki plastik çiçekleri ile oldukça zevksiz döşenmiş.Fakat pizzalar harika. Hamuru önce yağda kızartıp üzerine domates sos, peynir ve fesleğen ekleyip ,  fırınladıkları birşey vardı ve tadını hala unutamıyorum. Pofuduk , yağlı hamurları afiyetle mideye indirip hiç rahatsız olmuyoruz. Napoli'liler Starita'nın dünyanın en iyi pizzacısı olduğunu söylüyor. Dünyanın en iyisi mi bilmem ama benim yediğim en iyi pizzaydı.

Cafe  Gambrinus
Şehrin en eski, en klas kafesi. Geç saatlere dek açık olması da çok önemli. Tıka basa pizza yedikten sonra sıcaktan fenalaşmamak için soluklanacak en güzel mekan. Kahveleri de tatlıları da  çok güzel. Bir İtalyan klasiği olarak , oturarak birşeyler yiyip içerseniz 3 katı ödüyorsunuz.

Asi ruh Napoli'nin  neresinde?
Napoli, asi ruhlu serseri. Gördüğüm tüm Avrupa şehirlerden farklı, kirli, tozlu, gürültülü. Şehri gezerken;  mahallenin serseri , çapkın çocuğuna aşık genç kız gibiydim. Taş döşenmiş yokuşlu sokaklarda ,  karşıklıklı  eski apartmanlarda çamaşırlar asılıydı. Penye elbiseli koca kalçalı çirkin İtalyan kadınları camdan cama bağırarak konuşuyor, aşağıda aylaklık yapan saten gömleği bağrına dek açık , altın kolyeli , altın dişli adamlar el kol hareketleri ile cevap veriyordu. Kavga gürültü hiç eksik olmuyor, tozlu hava sıcakla karışıyor, sıcak vücuduma  yapışıyordu. Yine de garip bir huzur ve mutlulukla dolaşıyordum sokaklarda. Mafyanın doğduğu , bir zamanlar suçun , fuhuşun kol gezdiği Napoli , yine de insanı etkiliyor. Meydanları, kaleleri , yokuşlu taş sokakları, aralara gizlenmiş lüks alışveriş mahalleleri,ansızın karşınıza çıkan mafyavari kafeleri ile Napoli aşık olunacak bir serseri.




Yorumlar